Sizler için hanım eli değmiş 18 müthiş filmi derledik.
“Paris is Burning”
Jennie Livingston’ın, 1980’lerde New York’taki LGBT kültürü hakkında etkileyici, samimi ve eğlenceli durumları anlattığı bir film. Festivalde büyük bir başarı yakalayan film, “En İyi Belgesel Oskarı” ile herkesi şaşırttı – sonuçta övgüleri hak eden bir belgesel olduğunu gösterdi. Eşcinsellik, eşcinsel ve trans gençler ile onlara karşı gelenlerin hikayelerini anlatıyor.
“White Girl”
Elizabeth Wood filmi hem yazmış hem de yöntemiş. Üniversite öğrencisi olan Leah, en yakın arkadaşı Katie ile bir eve apartmana taşınır. Bir gece ot almak için dışarı çıkar ve uyuşturucu satıcı Blue ile tanışır. Blue’yu evine davet etmesi ile olaylar gelişir.
“Mississippi Damned”
Tina Mabry’nin yazıp yönettiği film drama türünde. Kendi hayat hikayesini temel alan film, Mississippi’de büyümenin zorluklarını anlatan tamamen dürüst ve çarpıcı bir yapım.
“Meek’s Cutoff”
Kelly Reichardt 1845’te Amerika’nın batısındaki kirli dramaya dikkat çekiyorlar. Shirley Henderson ve Zoe Kazan’ın da yer aldığı filmde zorluklarla mücadele veren bir grup yerleşimcinin yeni hayat öyküsünü konu alıyor. Sert ve gözlerimizi açmamızı sağlayacak kaliteli bir yapım.
“13TH”
“Gizli” bir film olarak lanse edilen Ava DuVernay’ın rahat giden Netflix anlaşması sonucu doğdu. Anlaşma sonucunda Amerikan cezaevi sistemine iki yıl boyunca yakından bakabilmesine izin verildi. Sistematik ırkçılık ve Amerika’nın hapishane sistemi arasındaki bağlantıları anlatan belgesel 2016 New York Film Festivali’nin açılış filmi oldu ve bu festivalde tarihinde ilk defa bir belgesel açılış filmi olarak seçilmiş oldu.
“Your Sister’s Sister”
Lynn Shelton’ın yazdığı ve yönettiği filmde Emily Blunt ve Rosemarie DeWitt’i babalarını kaybeden iki kız kardeş olarak seyrediyoruz. Birçok Shelton filminde oluğu gibi sıcak, samimi ve komik hikaye mutlu sonla bitiyor gibi gözükse de, “hayatta filmde ağlamam” diyenleri bile gözyaşlarına boğabilir.
“Girlhood”
Céline Sciamma’nın festivallerin yıldızı olan yapımı, gelecek vaat eden genç oyunculardan oluşuyor. Yapım saf bir özgünlükle ortak bir büyüme hikayesini anlatıyor. Bu hikayeyi daha önce görmüş olabilirsiniz ancak böyle görmüş olamazsınız.
“Miss and the Doctors”
Aynı kadına çaresizçe aşık olan iki doktor kardeşin hikayesinin anlatıldığı bir romantik komedi. Yönetmen Axelle Ropert bu türün modern bir anlatımını çok iyi bir şekilde vurguluyor. İçten, eğlenceli ve iyi bir bardak şampanya kadar pürüzsüz, bu romantizm kesinlikle hoşunuza gidecek.
“Three Worlds”
Catherine Corsini’nin 2012 yılı draması, korkunç bir kazanın ardından tüm kaderi değişen bir grup insanı bir araya getiriyor. Farklı oyuncuları bir araya getiren yapımın hikayesi farklı bir seviyeye taşınıyor. Göçmen işçiler, sosyal sınıf farklılıkları, suçlar gibi çağdaş temalarla dolu olan film önemli bir yere sahip.
“2 Days in Paris”
(Burası Julie Delpy’nin gözden kaçan ancak çok etkileyici olan yapımcılığı hakkında konuşmak için güvenli bir alan) Eğer Delpy’nin ilişki dramalarını tecrübe etmediyseniz mutlaka bu film ile başlayın.
“Mustang”
Türk yönetmen Deniz Gamze Ergüven’in Oskar adaylı draması, beş kız kardeşin kadınlık sürecini, cinselliği ve toplumun kadın üyelere nasıl davrandığını konu alan müthiş bir yapım.
“Gas Food Lodging”
Allison Anders’ın “indie” türü film, ölü ve uzak kasabalar, yalnız yaşamlar ve iki kızın zincirlerini kırması ile ilgili.
“Girlfriends”
Claudia Weill’in 1978 yapımı filmi, sinemanın kadın dostluklarının sancılarını ve zevklerini en etkili şekilde anlatan filmlerden biri olmaya devam ediyor.
“Persepolis”
Marjane Satrapi’nin yönetmenlerinden biri olduğu bu Oscar’a aday film, Satrapi’nin İslam Devrimi’nden önce ve sonra İran’da, daha sonra da Avrupa’da devam eden hayat hikayesinin çizimlerle anlatıldığı çok güzel bir yapım.
“Selma”
Film, Martin Luther King, Jr.’ın Selma’dan Montgomery’e yaptığı oy kullanma hakkını savunan yürüyüşü üzerine odaklanıyor. Yönetmen Ava DuVernay, Hollywood’un en yetenekli isimlerinden Carmen Ejogo, Oprah Winfrey (Oprah!), Tessa Thompson ve Lorraine Toussaint’dan faydalanıyor.
“Something’s Gotta Give”
Diane Keaton ağladığında siz de ağlayacaksınız.
“The Arbor”
Clio Barnard’ın hem belgesel hem de biyografi dünyasında, orijinal ve derin hissettiren çok önemli bir iş çıkarmış. Ve bu tamamen kendi başarısı. Oyun yazaruı olan Andrea Dunbar’ın hayatını anlatan ve belli bir kronolojisi olan belgesel, sizi çok farklı duygulara yol açacak deneyimlere sürüklüyor.
“No Home Movie”
Chantal Akerman’ın son filmi, sevilen yapımcının annesi ile olan ilişkisine giriyor. Auschwitz’den kurtulmuş olan annesiyle, ölümünden bir süre önce, yüz yüze veya Skype aracılığıyla yaptığı kişisel konuşmalara şahit olmak insana garip hissettirebiliyor. Kesinlikle etkileyici bir tarzı var!